İstanbul'un Tarihi Turizmi

Beyoğlu otellerinin tarihini yazmak bütün İstanbul’un, Türkiye’nin hatta bir ölçüde de doğunun otelcilik ve turizm tarihini yazmak demektir. Onun için hayli iddialı bir iş ve geniş çaplı bir araştırma konusudur. Bunun birkaç nedeni vardır.
Birincisi 19 yy. ortalarına kadar bütün doğuda bugünkü anlamda otel yoktu. Parasız yatılan, hatta yolcuya bir çorba ile, atına arpa da ücretsiz verilen, hayır tesisleri olan kervansaraylar vardı. Ekonomik ve politik şartlar değişmeye yüz tutunca, 1840’lı yıllardan sonra, yeni azınlıklara ve yabancılara güvenceler getiren Tanzimat ve Islahat Fermanlarını izleyerek ilk oteller açılmaya başlandı.
Bu otelleri yabancılar ve azınlıklar açtı. Yerleri de onların oturdukları frenk şehri Beyoğlu idi. Onun için bunların tarihi, Türkiye’de turizmin tarihi ile eştir.
19. yy. ortalarında Osmanlı İmparatorluğu’nu etkisi altına alan batı kapitalizminin ihtiyacı olarak Beyoğlu’nda başlatılan frenk otelciliği devri, Cumhuriyetle beraber kapanmış, üstelik ülke savaş ekonomisinin yokluk havasına girmiş ve tam çıkamamış, öbür yandan da İkinci Dünya Savaşı sonrasının getirdiği, özel sektör eliyle kalkınma modelinin yeni ürünleri de henüz ortaya çıkmamıştır. 1940-1950’li yılların otelciliği, İstanbul’un ve Türkiye’nin, turizmde ve otelcilikte, en sönük, durgun ve zayıf dönemi demektir. Türkiye otelciliğine, tarihinde ilk defa olarak, modern batının konforunu ve servis kalitesini getirecek olan Hilton, kapılarını 1955’te açacaktır.
Bir “PARK OTEL” vardı;
Ayazpaşa’ya göz attığımızda, Beyoğlu’nun sıra oteller dünyasından ayrı düşmüş karşı karşıya iki otel olduğunu biliyoruz. Biri güzel ve ünlü Park Oteli ve diğeri Murat Oteli.
Oteli uzun süre işleten ufak tefek, gümüş saçlı, filozof bakışlı, setre pantalonlu “Aram Efendi” (Aram Hıdıryan) Cumhuriyet dönemi otel işletmeciliğinin ustası sayılır.
Otelin müşterileri her zaman birinci sınıftı. Zaten şehirdeki otel sayısı iki elin parmakları kadar olduğundan, yabancılar ve Ankara’daki milletvekilleri burada kalırdı. İstanbullular ise daha çok lokantaya gelir ya da pastahanede saatler boyu otururdu. Sigara dumanlarının insanların başının üstünde halkalar ve yollar oluşturduğu bu pastanede, küçük masaların başında diplomat emeklilerinin, tek parti döneminin milletvekillerinin, takır takır kolalı yakalarına parlak bir kravat koymuş taşra zengini tipindeki insanların, uzun süre durgun bir göl içindeki sazlar misali kıpırdamadan durabilmeleri kibarlık gereğiydi. Yani Avrupa’da olduğu gibi bir pastahanede uzun süre kalıp kahve içmek, batılılığın vazgeçilmez gereğiydi.
Yazın pastahanenin bahçesinde Yahya Kemal tespihini çekerek hayranları ve çömezleriyle edebiyat ve tarih üzerine ahkam keser, şiirlerinde hep İstanbul’un karşı tarafının güzelliğini ve uhreviliğini dile getirmiş olan şair, bir gece bile o kadar övdüğü eski mahallelerde kalamaz, içini kasvet basarak kapağı Park Otel’e atardı.
1960’lar ve özellikle 1970’lerden sonra İstanbul’da uluslar arası otel gökdelenlerin yükselmesi, doğal olarak Park Oteli unutturmuş ve 1979 yılında otel tarihe karışmıştır.
İstiklal Caddesi’nde bugünkü Atlas Sineması’nın yanında Beler isimli ikinci sınıf bir otel yer alırdı. Beler Oteli’ne varıncaya kadar başka bir otel yoktu. 19. yüzyıl Beyoğlu’na ait literatürde önce Grand Hotel d’Orient, sonra Hotel de Pera adları ile geçen kentin ilk otellerinden kalan bir yer olarak düşünülebilir. Onun karşısında ise ünlü Tokatlıyan Oteli yer alırdı.
Tokatlıyan Oteli
Üstü yelpaze biçimli cam alınlıklı kapısı, Galatasaray’a doğru, bir dizi geniş vitrinli pencereleri izlerdi. Pastahanenin cam kenarındaki masalarda oturan müşterilerin tam görünmemeleri için vitrinler yarım boy, büzgülü tülle kaplı idi. Servis takımları ise gümüştü. Oteli ilk kuran Ermeni Tokatlıyan Efendi’den sonra işletme kızı, Mercedes’in kocası Sırp asıllı Medovitch’e geçmiş, daha sonra bir Türk tarafından alınarak ismi “Konak” olarak değiştirilmiştir. Mülkiyeti Üç Horan Ermeni Kilisesi’ne ait olan Konak Oteli’ni kilise tahliye ettirdiği zaman dışı sağlam içi harabeye dönmüş bir bina devralmıştır. Böylece bir zamanların ünlü Tokatlıyan Oteli de tarihe karışmıştır.
Tokatlıyan’dan sonra Galatasaray meydanına gelince Hachette kitapçısına kadar otel yoktu. Hachette’e gelmeden aynı sırada bugün de aynı adı taşıyan ve güzel bir iş hanı olan soylu yapı, 1940’lara kadar, “Hıdivyal Palas” oteli imiş.
Ve sıra sıra Tepebaşı Otelleri
İngiliz Konsolosluğu ile aynı sırada köşe başında Alp Oteli yer alırdı. Alp Oteli moda deyim ile Ortadoğu’nun ve Balkanlar’ın ilk oteli idi. Hotel d’Angletterre adıyla 1841 yılında açılmıştı. Otel 40-50 yıl İstanbul’un en iyi konaklama tesisi olarak kalmış, adı bir süre Hotel Mıssiri bir süre Hotel Royal olmuş, Cumhuriyetle beraber her şeyin Türkleşmesi gerekince bir Orta Asya adı takınarak Alp Oteli olmuş. Otelin sahipleri binayı bir petrol şirketine satmış, şirkette bir gün tarihi eser sayılır düşüncesiyle midir bilinmez, binayı yıktırmış. Otelin yeri halen boş bir arsa ve otopark olarak işletilmektedir.
Aynı sırada bir zamanların görkemli, gösterişli ve gerçekten güzel Avrupai yapıları ve otelleri dizisi başlardı. Londra Oteli, Yenişehir Oteli, Bristol Oteli vs. Bristol’den sonra ünlü Kanun-i Esasi Kıraathanesi gelir, sonra Kontinental Oteli yükselirdi. Kontinental Oteli de önce kapatılmış sonra Yapı Kredi Bankası tarafından satın alınıp yıkılmış, bir süre banka genel merkezi olduktan sonra bugün Yapı Kredi Kültür Merkezi olarak faaliyet göstermektedir. Karşısı ise güzel bir park: Petit Champs ces Morts.
Pera Palas’ın bir başka havası
Tepebaşı’nın en görkemli ve en ünlü oteli Pera Palas’tı. O zamanlar çevrenin en yüksek yapısı Pera Palas’mış. Pera Palas için savaş yılları ve sonrasının İstanbul’daki tek temiz, bakımlı ve Avrupai oteli denilebilir. Binanın, 20. yy başında Uluslararası Yataklı Vagon Kumpanyası tarafından lüks vagonların vardığı son şehirler olan terminallerde birkaç büyük saraylar dizisi içinde yaptırıldığı, ancak işletmesinin çok pahalı olması nedeniyle 1920’li yıllarda Bodassaky adında İstanbullu bir zengine satıldığı, onun da 1930’da Türkiye’den ayrılmasıyla Misbahmuhayyeş namında Lübnanlı bir İstanbullu zengine devrettiği bilinmektedir. Pera Palas gerek konumu, gerek binanın yapılışındaki lüks malzeme ve iç mekan zenginliği ve ferahlığı ile hiç kuşkusuz İstanbul’un en görkemli oteli idi. Misbahmuhayyeş Bey, ölümünden önce oteli 4 ayrı kuruluşa bağlı bir vakıf olarak bağışladı.
Tarih olan diğer oteller
Pera Palas’tan sonra Amerikan Konsolosluğu’nun yanında Novotni Oteli gelirdi. İkinci Dünya Savaşı sırasında Milli Eğitim Bakanlığı tarafından satın alınmış ve Akşam Kız Sanat Okulu yapılmıştır. Onun hemen yanında İstanbul Sanayi Odası’nın bugünkü binası da otel imiş. “Krocker Oteli” bir Alman işletmesiydi. Novotoni Oteli’nin 1936 yılına ait bir reklamında Sirkeci Garı’na 3 dakika mesafede yazmaktadır. Trafik ve cadde öylesine rahat....

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İstanbul'da Akarsular

İstanbul Denizleri ve Kıyıları

İstanbul'daki Göller